NATO Kapsamında ABD Üs ve Tesislerinin Türkiye’ye Etkileri

Türkiye’nin 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya üye olmasıyla birlikte, kurulacak NATO tesislerinde görev yapmak için on binlerce Amerikan sivil ve askeri personeli Türkiye’ye gelmeye başlamıştır. Bu personelin statüsünün belirlenmesi amacıyla Türkiye çeşitli antlaşmalar yapmıştır. Bir bölümü NATO genel çerçevesi içinde yapılan bu antlaşmaların bazıları ise Türkiye ile ABD arasında yapılan ikili antlaşmalar şeklinde olmuştur.

Türkiye’nin 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya üye olmasıyla birlikte, kurulacak NATO tesislerinde görev yapmak için on binlerce Amerikan sivil ve askeri personeli Türkiye’ye gelmeye başlamıştır. Bu personelin statüsünün belirlenmesi amacıyla Türkiye çeşitli antlaşmalar yapmıştır. Bir bölümü NATO genel çerçevesi içinde yapılan bu antlaşmaların bazıları ise Türkiye ile ABD arasında yapılan ikili antlaşmalar şeklinde olmuştur.

Türkiye, NATO üyeliği bağlamında 1950’li yıllarda altı temel anlaşma imzalamıştır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, 12 Ağustos 1964 tarihinde Elçiliğine gönderdiği yazıda Türkiye ile üslere ilişkin yapılan antlaşmaları aşağıdaki sıralamaya benzer şekilde vermiştir. Bu kapsamda mevcut antlaşmalar şunlardır:

  • NATO SOFA (NATO Kuvvetler Statüsü Anlaşması):

19 Haziran 1951 tarihli “Kuzey Atlantik Antlaşmasına taraf devletler arasında, Kuvvetlerin Statüsüne Dair Sözleşme” kapsamında Türkiye ile imzalanmıştır. Genel statüyü ve kuralları belirleyen, bir anlamda jenerik bir anlaşma olup, tüm NATO ülkelerince imzalanmıştır.

NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi (Status of Forces Agreement – SOFA) ise, başta Amerikan güçleri olmak üzere, örgüt üyelerinin diğer üyelerin ülkelerinde asker bulundurmasını düzenlemektedir.

  • ‘Ortak Güvenlik Antlaşması’ (17 Ekim 1951):

Türkiye’nin NATO üyeliği için davet edildiği bir ortamda mektup teatisi yoluyla yapılan, ancak TBMM tarafından 3 yıl sonra onaylanan bir antlaşma olmuştur. Bu antlaşmada, Türkiye daha NATO üyesi olmadan ABD’nin askeri girişimlerini desteklemek yükümlülüğü altına girmiştir.

  • Türkiye’deki Amerikan Kuvvetlerinin Statüsü Anlaşması:

Türkiye’de kurulacak Amerikan üsleri, bu üslerdeki ABD askerleri ve bunların statüleri ile üslerdeki kurallara ilişkindir. Bu antlaşma esas alınarak, diğer konuların ek protokollerle düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. 30 Haziran 1954 tarihinde TBMM’ye sunulan anlaşma, 7 Temmuz 1954’te Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Bu antlaşmanın ikinci maddesi, Türkiye’ye gelecek Amerikan kuvvetleri için Türkiye hükümetinden izin alınmayacağı ve bu kuvvetlerin ülkeye giriş çıkışlarının daha önceden hükümete bildirilmeyeceği hususlarını içermesi yönüyle önemlidir.

ABD’nin Türkiye’de tesis ettiği askeri kolaylıklara yönelik antlaşmalardan başka, iki ülke arasında yapılan antlaşmaların diğer bölümü ise Amerikalı personelin Türkiye’de sahip olacağı yetki ve ayrıcalıklar hakkındaki düzenlemeleri içermiştir.

Bu anlaşmaya göre, Amerikalılara Türkiye’de ihtiyaç duydukları yerlerde üs ve tesis kurabilme ve buralardaki Amerikan personelinin NATO’ya değil ama ABD’ye bağlı olarak çalışma hakları Türkiye tarafından tanınmıştır. ABD’ye istediği gibi üsleri genişletme, malzeme yığma hakkı de verilmiştir. Amerikalılara NATO çerçevesinde tanınan haklar biraz daha genişletilmiştir. Örneğin, ABD Türkiye’de kurduğu üsler için kira ödememiş, gerektiğinde Amerikalı personelin tüm gereksinimlerinin ABD’den temin edilmesine müsaade edilmiştir. Bu manada, içme suyunun bile Amerika’dan getiren bir zihniyete sahip olan Amerikan tesis ve üs politikalarının işleyişinin sadece Türkiye’ye özgü bir uygulama olmadığı da bilinmektedir. Bununla birlikte Türkiye, anlaşmalar kapsamında Amerika’dan gelen mallara gümrük muafiyeti tanımış ve bundan da müttefiklik anlayışı gereği rahatsızlık duymamıştır. Daha sonraları ortaya çıktığı üzere, Türk tarafından kiminle nasıl yapıldığı bilinmeyen bir sürü ‘ikili’ anlaşmayla Amerikan askerleri ve personeline kendi posta servislerini kurma ve kullanma, kendi radyolarını kurma hakkı benzeri bazı özel imtiyazlar bile tanınmıştır.

Bu bağlamda yapılan ikili anlaşmalardan ülke egemenliğini yok eden en önemlilerinden biri yargı erkinin devredilmesidir. 28 Temmuz 1956 tarihinde Türkiye Dışişleri Bakanlığı Amerikalılara verdiği 4625 sayılı nota ile Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçların Türk yargısınca yargılayamayacağını kabul etmiştir. ‘Görev’ başındaki Amerikalılar işledikleri suçlardan dolayı ancak kendi yargı mercilerinden yargılanabileceklerdir. ‘Görev’ başında olup olmadıklarına karar verme yetkisi ise ABD makamlarındadır.

  • Türkiye’de bulunan Amerikan Askeri Yardım Kurulu Personeline NATO SOFA’nın (6375) Tatbik Edileceğine Dair Anlaşma (23 Haziran 1954):

Türkiye’nin, NATO SOFA’ya taraf olmasından sonra ABD ile 23 Haziran 1954 tarihinde genel nitelikteki ‘Askeri Tesisler (Kolaylıklar) Antlaşması’ imzalanmıştır.

Bu anlaşma imzalanmadan önce, 1948 yılında, ABD tarafından Türkiye’ye 363 kadar askeri danışman-eğitmen gönderilmiştir. Aynı yıl Türkiye’ye 450 Amerikan askeri intikal ettirilmiştir. Bu süreç ile başlayan ABD askeri personelinin Türkiye’deki varlığı, zaman içerisinde artarak devam etmiş, en üst rakam olarak 25.000’e ulaşmıştır. Bu rakam içerisinde, teknik destek elemanları, bakım personeli yanında Soğuk Savaş döneminde sinyal istihbaratı (SIGINT) sağlamakla görevli personel ağırlıklı bir yer tutmuştur.

Türkiye’deki Amerikan Kuvvetlerinin Statüsü Anlaşması’nın eki olarak Türk Hükümetine notayla bildirilen bu anlaşma, ek olduğu için (!) hükümet tarafından TBMM’ye onaya gönderilmemiştir. Ekleriyle birlikte İncirlik de dahil Türkiye’deki askerî üslerin kullanımına ilişkin hususlara açıklık getirmiştir. Anlaşmanın birinci maddesi, “Türkiye’de görevli bulunan bütün ABD askeri personeline tatbik olunacağı hususunda iki hükümet mutabıktırlar” ifadesine yer vermiştir. Böylece, Türkiye’ye bildirim yapılmadan bile Türkiye’ye girişler-çıkışlar olağan hale gelmiş, Amerikan askerleri ve yakınları dahil bu anlaşma hükümlerinden keyfi bir kullanımla istifade etmişlerdir. Buna dayanarak, İncirlik başta olmak üzere, diğer Amerikan üslerini kullanan Amerikan üslerinin, asli görevlerinin dışında, başka operasyonlar için de Türkiye’nin haberi olmadan kullanılmasının bu sayede önü açılmıştır. Bu durum, Türkiye’yi uluslararası hukuk açısından zaman zaman zor duruma sokmuştur.

Bu ek anlaşma, asıl anlaşmanın 6427 sayılı kanun başlığı altında yayınlandığı 7 Temmuz 1954 tarihli resmî gazetede yayınlanırken, bu anlaşmanın eki olarak resmî gazetede yer almamış olması dikkat çekici bulunmuştur. Dönemin siyasal iktidarı, anlaşmanın TBMM’ye getirilmemesinin nedenini, NATO Anlaşması’nın 3. maddesine dair bir uygulama anlaşması olmasıyla açıklamış, Türkiye yasalarına göre (27 Ağustos 1953 yılında Bakanlar Kuruluna verilen yetki kapsamında) TBMM’ye getirilme zorunluluğunun olmadığını iddia etmiştir.

Bu ek anlaşma; Kore Savaşına katılıma benzer şekilde, TBMM’ye sunulmadan yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma ile, Amerikan kuvvetlerinin Türk topraklarını kullanmalarına, çeşitli askeri tesis ve üsler kurmalarına ve önceden onay almak şartıyla, Türk Ordusuna ait askeri tesis ve üsleri kullanabilmelerine izin verilmiştir. Bu üslerin, NATO kapsamında olmasına rağmen doğrudan ABD’ye bağlı ve onun denetiminde olması hususu, Türk kamuoyunda sorgulanmasına neden olmuştur

1959 yılında imzalanan başka bir anlaşmayla ABD, Türkiye’ye doğrudan veya dolaylı bir saldırı hâlinde asker gönderme de dâhil her türlü desteği sağlayacağını vaat etmiştir. NATO Anlaşması’nda karşılıklı yardım ilkesi varken, bu anlaşmaya neden gerek duyulduğu üzerinde düşünülmesi gerektiği bir dönem Türk kamuoyunda tartışılmıştır.

  • Türkiye ile ABD arasında İzmir (Çiğli) havaalanının kullanılmasına ilişkin teknik anlaşma:

1958 yılı sonlarına doğru, daha önce Amerikan şirketi tarafından altyapısı iyileştirilen Çiğli Hava Üssü’nün, Amerikan askeri ihtiyaçları kapsamında kullanımına yönelik talep Türk tarafına iletilmiştir. 20 Kasım 1959 tarihinde ABD’nin Doğu Atlantik ve Akdeniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Rober L. Dennison’un Türkiye ziyaretinde konu tekrar gündeme getirilmiştir. Esas konu, Jupiter füzelerinin konuşlanması için İncirlik yerine Çiğli’nin kullanılması olmuştur. Böylece harekât planlamaları çerçevesinde Amerikan konuşu için kullanılmasına izin verilen İncirlik’in yanında Çiğli Hava Üssü’nün de İncirlik’e benzer statüde kullanılmasına karar verilmiştir.

1969 yılında imzalanan Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması (OSİA) ile Çiğli Hava Üssü’nün statüsü değişmiştir. Amerikan tarafıyla, statüsü değişen beş tesisin yanı sıra geriye kalan tüm üs ve tesislerin Türkiye’ye devredilmesi konusunda karşılıklı mutabakata varılmıştır. Bu kapsamda, Samsun, Trabzon ve Çiğli’deki askeri tesislerin 1 Temmuz 1970 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerine devri tamamlanmıştır. Çiğli Hava Üssü’nün devredilmesiyle birlikte buradaki Amerikan hava unsurları da kalıcı olarak İncirlik Üssü’ne alınmıştır.

  • Türkiye ile ABD arasında Adana (İncirlik) havaalanının kullanılmasına ilişkin teknik anlaşma:

1951 yılında inşaatına başlanan ve 1954 yılında tamamlanan İncirlik askeri üssü, Amerikan Hava Kuvvetlerinin Ortadoğu bölgesindeki en büyük ve stratejik öneme sahip, Türkiye tarafından kendisine kullanım hakkı verilen üslerden birisi olmuştur. İncirlik Hava Üssü, inşaatının tamamlanmasının ardından 27 Aralık 1954 tarihinde Türkiye’ye devredilmiş ulusal bir hava üssüdür. Bununla birlikte 6 Aralık 1954 tarihinde yayınlanan müşterek talimatta Türk Hava Kuvvetleri’nin bu üssü kullanımı son derece sınırlandırılmıştır. Neticede, ABD’nin dünya çapında Ana Harekât Üssü olarak kullandığı merkez üslerinden birisi olagelmiştir. Önemine binaen İncirlik Üssü’nün kullanımı ayrı bir başlık altında ele alınmıştır.

Amerikan Askeri Tesisleri ve Üslerinin Türkiye’ye Etkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya tarihinde görülmemiş kadar kısa bir süre içinde geniş bir üs zincirine sahip olan Birleşik Amerika, sahip olduğu askeri üsleri ve tesisleri sadece askerî amaçlarla değil, aynı zamanda bir ülkeyi kendi hegemonyasının bir parçası haline getirmek için de kullanmayı prensip edinmiştir. Savaş öncesinde sahip olduğu üs sayısı 100 civarında olan ABD, savaş sona erdiğinde Atlantik ve Pasifik bölgesinde toplam 2 000 kadar üste kurulu 30 000 civarında tesise sahip olmuştur. Soğuk Savaş şartlarında, İttifaklar ve ikili güvenlik anlaşmalarıyla muğlak bir şekilde meşruiyet kazanan bu üsler, Amerikan’ın inşa etmeye çalıştığı yeni dünya düzeninin ileri karakolları haline gelmiştir.

2005 yılında Amerikan üslerini yeniden düzenlemek için oluşturulan komisyonun hazırladığı raporda, “Bir üs yapısı askeri düşüncenin ötesinde anlam taşır. Her şeyden önce ikili, uluslararası, kültürel ve ekonomik sonuçları olan siyasi bir düzenlemedir.” şeklinde yer alan ifade, genel manada üs ve tesislere Amerikan bakış açısını özetlemiştir. Denizaşırı bölgelerde elde edilen (kiralama dahil) Amerikan üsleri, askerî bir stratejinin bir parçası olarak kullanılmıştır. Türkiye, kendi rızasıyla, Amerikan istekleri doğrultusunda, bu ülkeye ve dolaylı olarak NATO’ya topraklarını açmış ve kullanımına izin vermiştir.

Amerika’nın Türkiye’de edindiği üs ve tesislerin temel çıkış noktasını Truman Doktrini sonrasında imzalanan anlaşmalar oluşturmuştur. Daha sonra üye olunan NATO ittifak sistemi, bu üs ve tesislerin kurumsal bir yapı içerisinde, NATO şapkasına ve Amerikan çıkarlarını hizmet edecek şekilde faaliyet göstermiştir.

Truman Doktrini sonrasında Türkiye ile Birleşik Amerika arasında Türkiye’ye yapılması gereken yardımın ne şekilde ve hangi şartlarda yapılacağı, yardımın nasıl yönetileceği gibi hususlara açıklık getirmek için bir anlaşma yapılması gerekmiştir. Benzer anlaşma aynı tarihlerde Yunanistan’la da yapılmıştır. ABD’nin “dış yardım” adı altında bir ülkeye verdiği her türlü askeri ve ekonomik yardım malzemesinin ve parasının kontrolü yoluyla yardım yapılan ülkeye nüfuz politikası, doğal olarak Türkiye üzerinde de işletilmiştir. Bu kapsamda, “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Anlaşma” metni 12 Temmuz 1947 tarihinde taraflarca imza altına alınmıştır.

Türk yetkililer, bu anlaşmayı sevinçle karşılamışlardır. Ancak anlaşmanın yardımların denetimi ve amacı dışında kullanılamayacağı maddesi üzerinde fazlaca durmamışlardır. İkinci madde altında kayıt altına alınan bu husus:

“Türk Hükümeti yapılan yardımı tahsis edilmiş bulunduğu gayeler uğrunda kullanacaktır. Sorumluluklarının icrası sırasında görevini serbestçe yapabilmesini mümkün kılabilmek için, bu Hükümet, Misyon Şefine ve temsilcilerine, yapılan yardımın kullanılışı ve ilerleyişi hakkında rapor, malûmat ve müşahede şeklinde isteyebileceği her türlü kolaylık ve yardımı sağlayacaktır.”

Şeklinde yer almıştır. Resmî gazetede 5 Eylül 1947 yayımlandıktan sonra yürürlüğe giren bu anlaşma Türkiye’nin Batı Blok’una katılımını resmileştirirken, diğer yandan Türkiye’deki Amerikan etkinliğinin artmasında önemli rol oynamıştır.

Türkiye; aldığı Amerikan malı askeri malzemesini kendi topraklarına yapılacak bir saldırı karşısında kullanabilmenin dışında, başka bir amaca yönelik olarak kullanmasına izin vermeyen bu anlaşma metni, adeta Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır.

Türk-Amerikan ilişkilerinde hayırlı bir devre açacağı başlangıç kısmında belirtilen bu anlaşmaya temel teşkil eden Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle ilgili bir mesaj yayımlayan zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bu mesajında:

“Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin memleketimiz ve milletimiz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı her Türkün candan alkışladığını, İkinci Cihan Savaşı sırasında ve savaşın fiilen sona ermesinden sonra, milletimizin ispat ettiği yüksek meziyet ve ideallerin dünya efkârıumumiyesi (kamuoyu) tarafından takdir edildiğini gösteren bu yardım, Türkiye’ye zarurî ve normal savaş malzemesinin bir kısmını temin etmek suretiyle, savaş sonunda, düşmüş bulunduğumuz iktisadi güçlüklerin kısmen giderilmesinde de ferahlatıcı bir etken olacaktır.”

İsmet İnönü’nün bile alkışladığı bu anlaşmada yer alan ve Türk egemenlik haklarıyla bağdaşmayan bu maddenin ne anlam ifade ettiği ancak 1964’teki Johnson mektubuyla tam manasıyla açıklığa kavuşmuştur. Kaderin ironik bir yansıması olarak da İnönü döneminde yapılan bu anlaşmasının menfi etkisi yine bir İnönü hükümeti dönemine rastlamıştır.

1947 yılı, 23 Temmuz günü ABD Dışişleri Bakanlığına ulaşan ve Wilson’a bu konuda sunulan nihai raporda, 5 yıllık bir dönem için geçerli olacak bir yardım programı çerçevesinde, Türk ordusunun mevcut büyüklüğünün 2/3 oranında azaltılması ve aynı zamanda modernize edilmesinin sağlanabileceği, bunun da toplam maliyetinin 500 milyon olarak hesaplandığı yer alıyordu.

1947-48 döneminde, bir yılda sağlanan toplam 100 milyon dolarlık yardımın dökümü ise şöyle olmuştur:

  • Kara Kuvvetleri                 :48 500 000 $
  • Hava Kuvvetleri                :26 750 000 $
  • Deniz Kuvvetleri               :14 750 000 $ (4 denizaltı ve 12 küçük gemi)
  • Mühimmat                       : 5 000 000 $
  • Yol Yapımı                        : 5 000 000 $ (127 mil uzunluğunda askeri yol yapımı)

12 Temmuz 1947 Antlaşması aslında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Amerikan sistemine göre büyük bir dönüşüm programına tabi tutulmasını beraberinde getirmiştir. Geleneksel olarak Osmanlı döneminden itibaren Alman ekolünü benimsemiş olan Türk ordusu, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiliz ve Fransızlarla yapılan anlaşmaların etkisiyle, bu iki ülkenin doktrinlerinden etkilenmek durumunda kalmıştır.

Türk Kara Kuvvetleri büyük oranda Alman Ordusunun ve onun savaş kurallarının geçerli olduğu geleneksel yapılanmasını devam ettirmiştir.

Hava Kuvvetleri ise İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Fransız havacılığının etkisi altında kalmış ve kara ordusu gibi (alay, tabur, bölük vb.) teşkilatlandırılmıştır. Zaten bu dönemde, Kara Kuvvetlerinden ayrı bir kuvvet yapılanması tam manasıyla tesis edilmemiş olduğundan, bu durum havacılık açısından sorun olmamıştır. Nitekim günümüzde de Türk kara-havacılık teşkilatı, Türk Kara Kuvvetleri benzeri bir yapılanmaya sahip olmaya devam etmektedir. Savaş esnasında İngiliz havacılarının başarı kazanmaları ve İngiltere’de eğitim gören Türk pilotlarının yurda dönüşlerinden sonra, İngiliz Hava Kuvvetleri örnek alınarak yapılan değişiklikler ile İngiltere’den satın alınan uçaklar ve İngiliz eğitmenler, İngiliz ekolüne geçişi kolaylaştırmışlardır.

Deniz Kuvvetleri için yine İngiliz denizcilik sistemi örnek alınmış, teşkilat ve eğitim sistemi bu kapsamda düzenlenmiştir.

Amerikalılarla bu anlaşmanın imzalandığı dönemde Türk Ordusu Alman, İngiliz, Fransız, Çekoslovak ve Türk yapımı silah, araç ve gereçlerini kullanan bir kuvvet yapısına korumaktaydı.

Anlaşmayla birlikte Amerikalılar ilk iş olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin teşkilatını, eğitim sistemini değiştirmek yönünde adım atmışlardır. Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı ‘artığı’ silah, araç ve gereçleri, nispeten Türk ordusu elindeki benzer silah, araç ve gereçlerden çok daha iyi durumda olduğundan, bu değişim olumlu karşılanmıştır. Askeri eğitim kapsamında Birleşik Amerika’ya kursa tertip edilen subay ve astsubaylar ile Türkiye’de düzenlenen birlik içi eğitimler, Türk Ordusunda büyük bir dönüşüme neden olmuş, çok kısa bir süre içerisinde tüm askeri sistem “Amerikalılaştırılmıştır.” Kore Savaşı’na katılım ve arkasından gelen NATO üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah, araç ve gereç, eğitim, savaş, doktrin ve kurallarından, üniforma ve yürüyüşüne kadar, Amerikan ekolüne uydurulması sürecini hızlandırıcı bir rol oynamıştır.

Türkiye’nin bir NATO ülkesi olmasını takiben, öngörüldüğü üzere Türkiye’de Amerikan liderliğinde NATO askeri üsleri de kurulmuştur. 1952 yılında açılan İzmir’deki NATO Güneydoğu Komutanlığının, bir Amerikan Generalinin emir ve komutasında, Napoli’deki bir üst komutanlığa bağlı olarak görev yapmasına Türkiye’nin de dahil olduğu NATO platformlarında karar verilmiştir. Böylece hem Amerikan hem de NATO üsleri, bazen çift şapkalı olarak, Türk topraklarında kendilerine yer bulmuşlardır. Diğer müttefik ülkelerde, özellikle Almanya ve İtalya’da benzer tesis ve üsler, İttifak geneline göre çoğunluğu teşkil etmesi yönüyle, o ülkelerin İttifak içindeki ağırlığının da artmasında rol oynamıştır. Bu bakımdan, bir ülkede NATO üssünün olması, “kötü” bir şey değildir. Bununla birlikte, NATO kimliği kullanılarak, NATO amaçlarına hizmet ederken, aynı zamanda kendi ulusal çıkarlarına da hizmet eden bir tesis ve üs edinme politikası izleyen Birleşik Amerika’nın ‘kontrolünün’ ne kadar önemli olduğunu Türkiye ancak yıllar sonra anlayabilmiştir.

Türkiye’de açılan üsler çerçevesinde, Türkiye’deki ABD üsleri; bu üslerde görev yapan ABD personelinin durumu vb. konular, ilk başlarda geçici anlaşma metinleri ile sağlanmış, takiben 1969 yılında bu metinlerden yola çıkılarak parça parça antlaşmalar bir araya getirilmek suretiyle Ortak Savunma İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır.

Kaynaklar:

Bölme S.M. (2012). İncirlik Üssü. İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.

Tunçkanat H. (2006). İkili Anlaşmaların İçyüzü. Kaynak Yayınları, 4. Basım, İstanbul.

Torun E. (2005). “Türkiye-ABD İlişkilerinin Dünü-Bugünü ve Yarını”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, Yıl: 3, Temmuz.

Güvenç N. (1984). Kıbrıs Sorunu, Yunanistan ve Türkiye, İstanbul.

Image

 

Dr. Hüseyin FAZLA

Kaynak: https://strasam.org